11 Nisan 2012 Çarşamba

SAN FRANCISCO - ABD

"Ölmeden önce görülmesi gereken yerler" listesi yapsam sanırım ilk sıralara San Francisco'yu koyardım. 


Herkesin kafasında San Francisco'yu görene kadar, okuduklarından, izlediklerinden ve duyduklarından oluşan bir "San Francisco imajı" vardır.  İnişli-çıkışlı yolları, şehrin simgesi haline gelmiş cable car'ı ya da bildiğimiz adıyla tramwayı, hem kozmopolit hem de bir o kadar özgün Amerika havası... imajın sadece başlıcaları.


Doğusu körfez, kuzeyi boğaz, batısı okyanus, güneyi Silikon Vadisi... Rüzgarın iliklerinize işlediği bir şehir. 


Gözlemler


Havaalanından şehir merkezine doğru ilerlerken geçtiğiniz yollar, "meşhur San Francisco burası mıymış?" diye düşündürüyor. O ilk merakı atıp, biraz yürüyünce şehrin renkliliğini farketmeye başlıyorsunuz. 


Çok Avrupayi bir havası var. Belki Amerika'nın en Avrupayi olan şehri...  Zincirlerden ziyade özgün mağaza ve restoranların göz önünde olması, meydanları, evsizleri, yer yer salaşlığı, yer yer şıklığı bunda büyük etken. 


Eğer bir ya da iki günlüğüne gidiyorsanız, San Francisco için öngörülen klasik turistik rotayı izlemekten başka çareniz yok. Ancak iki üç günün sonunda daha özgün keşiflere başlayabilme vakti geliyor.


İlk olarak, tramwaya binerek, körfeze doğru Fisherman's Wharf'a yol alacaksınız. Buranın marinası, Pier 39, meşhur deniz aslanlarının izlendiği, günbatımının şahane göründüğü, özgün restoranların yer aldığı, martıların samimi şekilde aranızda dolaştığı harika bir yer. Filmlere konu olan  Alcatraz hapishanesine de ulaşım buradan sağlanıyor. Hapishane şu an müze olarak kullanılmakta. Ama Alcatraz hapishanesine tur için biletleri oldukça önceden, hatta San Francisco'ya gitmeden internet üzerinden almak lazım. 


Amerika'nın en büyük Chinatown'u burada.  Gerçekten çok büyük ve gerçekten Çin kültürünü yoğun şekilde hissediyorsunuz. Halkı, restoranları, dükkanlarıyla küçük bir Çin var orada. Eğer Çin mutfağına sempatiniz varsa, buradaki Çin restoranlarından birinde yemenin de gerek ortamıyla gerek lezzetiyle farklı bir deneyim olacağını söyleyebilirim. Pozitif ya da negatif değil; sadece "farklı" bir deneyimi kasdediyorum. 


Uyuşturucu kullanımının yüksek olduğu şehirlerden biri. Yani "street pharmacy"nin. Buna bağlı olarak şehrin kozmopolit, özgün ama tehlikeli bir havası olduğu kesin. Gündüz pırıl pırıl, renkli bir şehir olan San Francisco hava kararmaya başladığı andan itibaren ürkütücü bir görünüme bürünüyor. Şehrin en güvenli sayılabilecek bölgesinde bile bunu  hissediyorsunuz. Ancak, evsiz ve uyuşturucu kullanım oranının yüksek olduğu şehirlerden biri olmasına rağmen; suç oranının düşük olduğunu da ekleyeyim.


Amerika'nın New York'tan sonra en büyük Modern Sanat Müzesi San Francisco'da. En üst katında terası ve kafesi bulunan beş katlı bir müze. Resim, heykel, mimari, fotoğraf ve medya sanatından örnekler içeriyor. Her ayın ilk Salı günü müzeye giriş ücretsiz. Onun dışında 18 dolar. Müzenin özellikle "media arts" (medya sanatı) bölümünün ilgimi çektiğini belirtmeliyim.


Cartoon Art (Karikatür Sanatı) Müzesi de San Francisco'da görülmesi gereken yerler arasında sayılıyor. Tek kat üzerine kurulmuş, geçmişten günümüze karikatür örneklerinin sergilendiği ve dönüşümlü olarak bir ekranda çizgi filmlerin oynatıldığı bir müze. Şehrin merkezinde yer alıyor. Vakit ayrılabilir. 


Alışveriş açısından renkli bir şehir. Amerika'yı geride bırakan, Avrupa'yı aratmayan bir mağaza ve seçenek çokluğu var. 


Tavsiyeler


Şehir merkezinde kalmak ulaşım bakımından pratiklik sağlıyor. Bizim kaldığımız otel Grand Hyatt idi. İçindeki restoranları, hemen karşısındaki Starbucks'ı, odaların konforu bakımından idealdi. 


Rüzgarlı bir şehir. Valiz hazırlığında onu dikkate almak gerek. Bir de hep söylenene göre, Ağustos ayı San Francisco'nun kış ayı gibi olurmuş. Belki tatil planını diğer aylar için yapmak daha isabetli olabilir.


Cable car / tramway için 3-4 gün kalacak olsanız bile haftalık bilet almak daha ucuza geliyor. Yoksa her biniş için 6 dolar ödüyorsunuz. 


Restoran bakımından San Francisco çok zengin bir şehir. Bizim tercihlerimiz aşağıdaki gibi oldu:


Lori's Diner (Union Square)


R & G Lounge (Chinatown)


Wipeout Bar & Grill (Pier 39)


Cafe Bellini (Union Square)


Historic John's Grill (Ellis St)


Bunlar arasında John's Grill, San Francisco'nun meşhur restoranlarından biri. Canlı caz çalıyor. Ortamı güzel olmasına rağmen yemek lezzetlerinin çok damakta yer edici olduğu söylenemez.


Wipeout Bar & Grill, benim en çok hoşlandıklarım arasında oldu. Klasik bir Amerikan restoranı.


R & G Lounge, Chinatown'daki restoranlar arasında Urbanspoon listesinde ilk sırada yer alıyor. Lezzetleri, mönüsü ve servisi bakımından gayet tatmin ediciydi.


Son Not


Fisherman's Wharf'ta Ghirardelli Çikolata mağazası var. Daha doğrusu Ghirardelli çikolataları şehrin her yerinde var. Bu çikolata mağazalarına uğrayın ve çikolata almadan dönmeyin. 

8 Nisan 2012 Pazar

STRASBOURG - FRANSA

Bundan tam sekiz yıl önceydi. 


Eşyalarımızı arabaya yükleyip Fransa'nın Almanya sınırındaki Strasbourg'a yerleştik. 


İçinden geçen nehri, özgün mimarisi, Fransız-Alman karışımı kültürü ile "Küçük Fransa" idi burası. 


Noel döneminde sokakları kestane arabaları kaplar, ortaya nefis bir kestane kokusu yayılırdı. Dükkanlar, sokaklar özenle süslenirdi. Şansımız varsa kar da yağar ve bu büyüleyici ortamı tamamlardı. İnsanlar sokaklarda ellerinde sıcak şaraplarıyla yeni yılı karşılardı. 


Sevimli ve düzenli bir şehirdi. Herkes kurallara sadık ve uyumluydu. Çok büyük olmayan caddeleri vardı. İnsanlar nehir kıyısında ve parklarda bisikletlere biner; hatta pek çoğu işine bisikletle gider gelirdi. 


Strasbourg Fransa'nın Alsace (Alzas) Bölgesi'nde yer alıyor. Bölge güzel beyaz şarapları, geleneksel mutfağı ile ünlü. Fransız estetiği ile Alman disiplinini birarada barındırıyor. Bu nedenle, Alzas hayatı ve Alzas insanları tamamen kendine özgü. Bölgede Almanca ve Fransızca'nın karışımından oluşan bir diyalekt konuşuluyor. 

Strasbourg, Alzas'ın merkez şehri. Ancak Avrupa Konseyi'nin ve Avrupa Parlamentosu'nun orada bulunmasına bağlı olarak çok sayıda yabancının yaşadığı Strazburg, Alzas kültürünün etkilerinin en az hissedildiği yer diyebiliriz. 


Mimari açıdan ise Alzas evleri çok özgün ve görülmeye değer. 


"Strasbourg'da neler yapılır" derseniz eğer...


Strasbourg'da Tarte Flambée yenir, 

Choucroute (şukrut) yenir. 

Vauban Köprüsü'nün üzerine çıkıp, şehir seyredilir. 

Petite France'da kahve içilir, fotoğraf çekilir. 

Orangerie Parkı'nda yürüyüş yapılır. Bisiklet kiralanır, bisikletle şehir turu atılır. 

Katedrale gidilir. İçindeki astometrik saat görülür.

Nehir üzerinde bir uçtan diğer uca deniz otobüsü turu yapılır. 

Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu binalarına gidilir. 

Tramvayla şehrin yanıbaşındaki küçük Alman şehri Kehl'e geçilir. Kehl'de ucuz alışveriş yapılır.

Beyaz Alsace şarabı alınır (Pinot Gris, Riesling).

Noel zamanı Broglie Meydanı'ndaki Noel Pazarı'nda sıcak şarap içilir, Brédalas'nın (Christmas cookies) tadına bakılır.

Alışveriş için Place des Halles'e ve Galeries Lafayette'e gidilir. Eğer merakınız varsa, Lafayette Gourmet'den gurme alışveriş yapılır. 

Alsace Müzesi'ne gidilir.

Ucuz market alışverişi için Norma'ya gidilir. 

Eğer günler denk gelirse ve de ilginiz varsa, Çarşamba veya Cumartesi günleri "Rue de Vieil Hôpital" üzerinde kurulan bit pazarına gidilir.


Eminim çok seveceksiniz...

7 Nisan 2012 Cumartesi

CHARLESTON - ABD

Charleston, 18 yıl art arda, Condé Nast Traveler Dergisi tarafından Amerika'nın ilk 10 turizm merkezinden biri olarak seçilmiş. Amerika içinde mutlaka görülmesi gereken şehirler arasında sayılıyor. 


Condé Nast Traveler Dergisi, Amerika'nın en gözde gezi dergilerinden biri. Yılın her ayında seyahat destinasyonları ve dinlenme-eğlence olanaklarına ilişkin derecelendirme listeleri yayınlıyor. Bu listeler okuyucu anketleri baz alınarak oluşturuluyor. Şubat ayında en iyi seyahat gemileri, Nisan veya Haziran ayında en iyi spa'lar, Mayıs ayında en yeni ve gözde oteller/restoranlar, Haziran ayında en iyi golf tesisleri, Ağustos ayında en iyi seyahat acenteleri, Eylül ayında "World Savers" listesi, Ekim ayında en iyi iş otelleri, Aralık ayında en iyi kayak destinasyonları hakkında derecelendirme ve Ocak ayında da "Gold List" yayınlıyor.


Charleston şehrinin Condé Nast derecelendirmesine yıllar boyu kesintisiz girmesine çok anlam verememiş olsam da, bunu şehre bir Pazar günü gitmiş ve şehri gerçekten tanıyacak kadar kalamamış olmamıza bağlayacağım. Çoğunluğun bir bildiği vardır mutlaka...


Charleston, South Carolina eyaletinde yer alan, yengeçleri ve karidesleri ile ünlü, temiz, şirin bir liman kenti. 


Amerikan iç savaşına tanıklık ettiği için, -kısa tarihli Amerika'da- tarihi bir şehir olma özelliğine sahip. Yolları, sokakları ve mağazaları ile çok modern bir görünümü var. Sokaklarda sıklıkla karşılaşılan faytonlar ve modernitenin oluşturduğu tezat görünüm Charleston'ı egzotik yapıyor.


Buraya bir Amerikan şehri demek zor. Yarı Avrupa yarı Akdeniz'i anımsatan bir havası var. Deniz ürünleri restoranları, yat turları, yollardaki pedicableri (bisiklet taksi) ve 1807 yılında kurulmuş ünlü Şehir Pazarı (Charleston City Market)sanırım bu Avrupa-Akdeniz havasının oluşmasında en büyük etkenler.


Nerede kalmalı?


Zaten sessiz sakin olan Charleston'da şehir merkezinde kalmak yerinde olur. Kaldı ki, şehir merkezi bile herşeye rağmen çok canlı olmuyor. Büyük ve iyi oteller çoğunlukla Şehir Pazarı'nın (City Market) etrafına yapılmış. 


Bizim tercihimiz Şehir Pazarı'nın hemen karşısına düşen otellerden birine yönelik oldu. Sabah erken saatlerde dışarıdan gelen gürültüleri saymazsak, şehir merkezinde kalmak her yere yürüyerek ulaşmak bakımından gayet pratikti diyebilirim.


Nerede yemeli?


Deniz ürünleri restoranları çok revaçta. Bol miktarda yengeç var. Slightly North of Broad, Mustard Seed ve Coast popüler restoranlar arasında.


Biz deniz ürünleri tercih etmeyip, tavsiye edilen bir başka restorana gittik:Jestine's Kitchen. Yerel mutfağı tanımak için önerilen restoranlar arasında. Oldukça doyurucu porsiyonları, hızlı ve çok iyi bir servisi, bir de meşhur kolalı keki var. Kapıda kuyruklar oluşturan bir yer imiş. Pazar günü gitmemizin etkisiyle olsa gerek, biz herhangi bir kuyruğa takılmadık. Az müşterinin bir nedeni Pazar günleri içki servisi yapmamaları olabilir.


Restoran tavsiyeleri konusunda Foursquare ve Trip Advisor'dan şaşmamak gerek.


Ne yapmalı?


Merkezde yer alan Şehir Pazarı çok meşhur.  İçinde yiyecek-içecek, hediyelik eşya, resim, kıyafet gibi pek çok şeyi bir arada bulabilmek mümkün. Boydan boya uzanan bir kapalıçarşı havasında... Mutlaka gezmek, görmek ve resim almak gerek.


Bisiklet-taksiler (pedicab) ve faytonlar şehir turu attırıyor. Şehri görmek, tarihini öğrenmek için 1 saatlik bir tur eğlenceli ve faydalı olabilir.


Tarihi bir şehir olmasına bağlı olarak, Charleston'da görülecek çok sayıda müze bulunuyor. Bunlardan biri de 1773 yılında kurulan Amerika'nın ilk müzesi: The Charleston Museum. Bu müze, hem Charleston'ın hem de South Carolina eyaletinin doğal ve kültürel varlıklarını korumayı amaçlıyor. 


Charleston'ın tarihi evlerini görmek gerek. 1811 yılından kalan William Aiken House, 1876 yılında George W. Williams tarafından 200 bin dolara yaptırılanCalhoun Mansion en ünlü evler arasında. Meeting Street üzerinde de diğer tarihi evlere örnekler bulunuyor.


Son olarak, Charleston'ın caz barları meşhur. Gitmek ve o havayı yerinde teneffüs etmek gerek.

DAYTONA BEACH - ABD

Daytona'nın sloganı "World's Most Famous Beach". Kendi kendilerine verdikleri bir paye mi, yoksa bir temele mi dayanıyor diye araştırdım. Dünyanın en iyi 10 plajı listesinde South Beach yer alıyor ama Daytona Beach maalesef listeye girememiş. 


Hava koşulları, kum kalitesi, çevre otelleri, vs kriterler bazında çıkarılmış bu listeye göre, en iyi plaj olarak Brezilya, Rio de Janerio'daki Copacabana Plajı gösteriliyor. İkinci sırada Hawaii'deki Waikiki Plajı, üçüncü sırada ise Meksika'daki Cancun Plajı var. Florida, South Beach de altıncı sırada.
 

Daytona Beach'in kum kalitesi gerçekten eşsiz. Beyaz ve çok ince bir kumu var. İşte bu özelliği nedeniyle kumun üzerinde araba kullanılabiliyor. Hatta Daytona'da kumun üzerinde araba yarışları bile düzenleniyor.


Burası, NASCAR araba yarışlarının düzenlendiği yer olmasıyla da ünlü. North American Stock Car Race'in kısaltılmışı olan NASCAR,  40'a yakın arabanın oval bir pist etrafında döne döne yarışması esasına dayanıyor. Oturma kapasitesi bakımından da dünyanın ikinci büyük yarış pisti. 


Daytona Beach'de sadece birkaç saat geçiriyoruz. Uzun süre geçirilecek bir yer değil. Üstelik Miami dönüşünde hiç değil. Yalnız, Florida'da okyanusa kıyısı olan oteller arasında en uygun fiyatlı oteller burada bulunuyor. Bu nedenle de, özellikle üniversite öğrencilerinin bahar döneminde çokça rağbet ettiği bir yer. 


Daytona Beach ziyaretimizin beni en mutlu eden yanı sahilde çektiğim fotoğraflar oldu. Hava, okyanus ve martılar gerçekten görülmeye değerdi. 

PARİS - ALIŞVERİŞ

"Depo"lardan alışveriş


Paris’te şık ama ucuz alışverişin Paris ziyaretçileri tarafından en az bilinen adresleri “özel satış” anlamına gelen “vente privée” dükkanlarıdır. Bunlar dükkan bile değil; binaların altında yer alan depolardır. Belli başlı markalar bir önceki sezona ait ya da sezon ürünü olup da defosu olan ürünleri bu depolara verirler. 

Dekorasyon malzemeleri, ev eşyaları, kozmetik de dahil olmak üzere bayan ve erkek kıyafeti, ayakkabı, çocuk kıyafetleri marka marka ayrılarak bu depolarda belirlenen sabit fiyatlar üzerinden satışa sunulur. Örneğin geçen sezon çok beğenip alamadığınız bir ayakkabı erken gitmek kaydıyla gayet makul bir fiyata sizin olabilir. 

Bu depolar üyelik ister. 30-40 Euro gibi bir ücret karşılığı üye olunur. Depo düzenli olarak adresinize hangi tarihler arası hangi markaların satışta olacağını bildiren kartlar gönderir. İçeriye de bu kartları göstererek girilir. Buna karşılık, kartsız şekilde kapıdaki görevliyi ikna ederek girmek de zor değildir. 

Bu depolar içinde en popüler olanı 16.arrondissement’daki (bölgedeki) NGR’dır. 16. bölgenin Paris’in en şık bölgesi olmasına paralel olarak bu depoya gelen ürünler de diğer depolara kıyasla en şık olanlarıdır.

İçeride giyinme kabini bulunmaz. Sadece iki üç tane ayna vardır. Kıyafetler uluorta denenir. Ürünlerin depoya geldiği ilk gün, eğer aralarında Gucci, Dior da varsa kapı önünde uzun kuyruklar oluşur. Bu uzun kuyrukları aşıp, hızlıca hedefe ulaşmak gerekir.

Paris ziyaretinin alışveriş bölümünde uğranmadan geçilmemelidir. 
http://www.espace-ngr.fr/


Kozmetik Alışverişi


Paris’te kozmetik ve parfüm alışverişinin en bilinen adresi BENLUX. Rue de Rivoli üzerinde yer alan Benlux, Louvre Müzesi’nin tam karşısına düşen bir gümrüksüz mağaza. Alışveriş yapabilmek için tek gereken pasaport numarası. 

İlk katta kozmetik ürünleri ve parfüm satışı var. Gerek kozmetikte gerek parfümde Dior ve Lancôme dışındaki ürünlerde ciddi indirimler söz konusu olabiliyor. Diğer katlarda giyim, aksesuar, çanta ve hediyelik eşya var. Benlux’un özelliği Paris içinde büyük indirim imkanı sunan tek duty free (gümrüksüz) mağaza olması. (http://citinavi.com/benlux/)

Tangara

Paris ziyaretçileri için diğer bir şık ama hesaplı alışveriş imkanını ise TANGARA sunuyor. Tangara Mağazası büyük markaların ürünlerini orijinal etiket fiyatları üzerinden en az %50 oranında daha düşük fiyatlara satıyor. Spor giyimden smokine kadar her türlü bayan ve erkek kıyafeti bulmak mümkün. 500 metrekarelik bir alana sahip. Mağazaya girebilmek için üyelik gerekiyor ancak kapıda da ücretsiz şekilde üye olabilme imkanı var. (http://www.tangara.fr/)

Val d'Europe

Paris’teki en büyük alışveriş merkezi ise şehre 30 dakika uzaklıkta; Disneyland’a ise 5 dakika mesafede olan Val d’Europe

Val d’Europe “alışveriş ve yaşam şehri” konseptiyle oluşturulmuş; değişik bir mimariye, içinde kafelere, yürüyüş yollarına, yeşil alanlara, tematik parklara sahip ve outlet mağazaları da içeren bir şehir. 

Bu şehrin içinde hemen hemen bütün belli başlı markaları içeren normal bir kapalı alışveriş merkezi var. Bu alışveriş merkezini ise çok keyifli bir açık alan izliyor. Burada Guy Degrenne’den, Ventilo’ya; Tommy Hilfiger’dan, Max Mara’ya uzanan geniş bir yelpazede Fransız, İtalyan, Amerikan ve İngiliz markaların outlet mağazaları bulunuyor. Geniş bir bütçe ayırmak ve uğramadan dönmemek lazım. (http://www.valdeurope.fr/)

SOHO - NEW YORK

Dünyanın bütün büyük şehirlerinin kendi karakteristiği olan bir bölgesi ya da caddesi var deyip de, bu yazı dizisine SoHo'suz devam etmek olmazdı. İngiltere'nin değil de, New York'un SoHo'sunu anlatacağım.

SoHo deyince zihinde; yazar, ressam ve yönetmenlerin yaşadığı, birçok sanat galerisine ev sahipliği yapan, yangın merdivenli, ön cepheleri demirden yapılmış sıra sıra renkli binaların olduğu hafif salaş bir bölge canlanıyor. Aslında bu imajın daha çok 70lerden önceki döneme ait olduğunu söylemek mümkün. 70li yıllardan itibaren SoHo, aşama aşama, daha çok ünlü markaların bulunduğu, restoranların arttığı, sanat galerilerinin yavaş yavaş başka bir yere taşındığı bir bölgeye dönüşüyor.

Bu dönüşüm, SoHo-Effect olarak da adlandırılan ve Amerika'nın bir çok şehrini de etkisi altına alan bir yenileşme hareketi. Varlıklı, üst sınıfın bölgeye yatırım yapmasına bağlı olarak kiraların bir anda artması hem galerileri, hem orada yaşayan sanatçıları zor durumda bırakıyor. Bu yenileşme hareketine direnerek bölgede kalan bir nüfus olsa da, ciddi bir bölüm SoHo'dan ayrılıyor.

SoHo, South of Houston Street'in kısaltması. Houston Caddesi'nin güneyini ifade ediyor. Bir de Noho var. O da North of Houston Street'in kısaltması.

Mimari yapısı SoHo'yu SoHo yapan unsurlardan biri. Dökme demirkullanılarak yapılmış binaların dünyada en fazla yer aldığı bölge burası. New York'ta yaklaşık 250 tane bu şekilde bina bulunuyor ve bunların büyük çoğunluğu da SoHo'da yer alıyor. Binalarda tuğla veya taş yerine dökme demir kullanılması aslında farklı bir mimari uygulama. Başlangıçta, binaların ön yüzüne sırf dekoratif amaçlı kurulan demir yapılar daha sonra tuğla veya taşı ikame etmeye başlıyor. Bunun da başlıca nedeni, demir kullanımının daha az maliyetli olması ve binaları yangına karşı daha korunaklı kılması. Yani, esasen mimari kaygılardan doğmamış bir yapı kültürü bugünün SoHo'sunun karakteristiğini oluşturmuş diyebiliriz.

SoHo'daki çok fazla yüksek olmayan renkli binaları birbirinden dar sokaklar ayırıyor. Dar sokaklar üzerinde de, güzel restoranlar, ayakta kalabilmiş sanat galerileri, butikler yer alıyor. Buna karşılık NoHo, daha yüksek binaların olduğu ve binaları daha geniş sokak ve caddelerin ayırdığı bir bölge.

Little Italy, Chinatown, Tribeca ve Hudson Square tarafından çevrelenmiş SoHo ve NoHo'nun en eğlenceli New York semtlerinden biri olduğu kuşkusuz. Kendine özgü bir farklılık taşıyan her şey ve her yer gibi...

ADAMS MORGAN - ABD

Dünyanın bütün büyük şehirlerinin kendine özgü karakteristiği olan bir caddesi ya da bir bölgesi var. New York'un SoHo'su, Paris'in Quartier Latin'i, İstanbul'un İstiklal Caddesi bunun güzel örneklerinden.

Washington DC'nin de meşhur Adams Morgan'ı var. Yani AdMo'su. Binalar, caddedeki renkler, restoranlar, etnik çeşitlilik burayı özgün kılmaya yetiyor. Hatta öyle ki, dünya genelinde, o kadar çeşitlilikte dünya mutfağını sadece bir caddede bulunduran tek yerin Adams Morgan olduğu söyleniyor.

Meksika, İtalyan, Lübnan, Brezilya, Hint, İspanyol, Çin, Fransız, Türk, Etiyopya, Amerikan restoranları cadde üzerinde yer alan ve benim ilk aklıma gelenler. Geceleri ise, özellikle Cumartesi günleri Washington DC'nin en yoğun gece hayatının olduğu yerlerden biri. Restoranlardaki çeşitliliğe ek olarak, Adams Morgan'ın, her meslek, her yaş kesimi ile etnik kökenden kişiyi biraraya getiren ender bölgelerden biri olduğu da söylenebilir.

Adams Morgan adını, ilk kez segragasyona tâbi tutulan iki okuldan almış: Tamamen siyahilerden oluşan Thomas P. Morgan ile tamamen beyazlardan oluşan John Quincy Adams Okulları.

AdMo, 1960larda başta Latin nüfus olmak üzere şehrin en fazla göçmen alan bölgesi olmuş. 1970lerde de Latin nüfusa Afrika ve Asya'dan gelen göçmenler eklenmiş. Bölge yoğun bir kültürel çeşitlilik yaşarken üst sınıfın bölgedeki yatırımlarıyla kiralar artmaya ve dolayısıyla göçmen nüfus AdMo dışına kaymaya başlamış. Ancak, bu kişiler restoranlar ve küçük işletmelerini devam ettirmişler. Bu durum kuşaktan kuşağa devam etmiş.

Benim gezmekten ve fotoğraf çekmekten en keyif aldığım yerlerden biri. Victorian stildeki binalar, renkler, canlı ortam başka hiçbir yerde yok. Şehirdeki en iyi "Diner" olan "The Diner" da burada bulunuyor. Çok sıra olmasına rağmen Pazar günleri kahvaltısı için en gözde mekanlardan.

Hemen yan tarafta da yine şehrin en trendy kafelerinden biri yer alıyor:Tryst. İçerde, iyi kahve, iyi sandöviç ve çok sayıda "Mac"li var. Yer bulmak hemen hemen imkansız.

Bölgedeki Madam's Organ adlı gece kulübü ise en revaçtaki yer. Kulübün sloganı: "Where the beautiful people get ugly". Playboy Dergisi tarafından uzun süre Amerika'nın en favori barı olarak gösterilmiş. Canlı caz, blues ve bluegrass müzik çalıyor.

Elbette, bölge kültürel aktivitelere de ev sahipliği yapıyor. En azından gündüzleri... Eylül ayının ikinci Pazar'ı  Adams Morgan Günü olarak kutlanıyor. Caddede boylu boyunca canlı müzik, yemek ve çeşitli eğlenceler oluyor.

Ezcümle, Adams Morgan, her daim sessiz, sakin, huzurlu şehir Washington DC'nin haylaz yüzü... ve belki de bu yüzden seviyoruz.

ATLANTIC CITY - ABD

Hikayesi olmayan şehirler var. Yüksek binalarla çevrilmiş, yapay bir kimlik kazandırılmış ve bir konsept üzerine oturtulmuş şehirler bana, sanki, çok uzun süre yaşayamazlarmış gibi geliyor.

Ama elbette yaşıyorlar. Hikayesi olmadığı için, şehrin ruhu da olmuyor sadece.

Konuyu Atlantic City'e bağlayacağım. Doğu yakasının Las Vegas'ı, küçük Vegas gibi isimlerle de anılan; hakettiğinden daha fazla üne sahip bir şehir. Otel ve kumarhane cenneti.

İnsanlar akın akın kumar oynamaya geliyor. Şehirde Amerikalılara rastlamak oldukça güç olduğu, özellikle hava karardıktan sonra caddeler boşaldığı ve güvensizleştiği için insan kendini Amerika'da değil de, daha ziyade gelişmekte olan bir ülkede gibi hissediyor.

Atlantic City'ye gitmiş ve bu şehri görmüş olmaktan dolayı çok memnunum. Bazı şehirler hafızanızda o kadar olumlu bir imaja sahip oluyor ki, herkes "gitmeye değmez" dese bile, kendi gözlerinizle canlı canlı tanıklık etmeden ikna olamıyorsunuz.

Bizzat tanıklık ettim...

Atlantik Okyanusu'nun kıyısında, Amerika'daki ilk boardwalk'a ev sahipliği yapan yer. Boardwalk, su kenarlarına tahtadan yapılan yürüme yoluna deniyor. Çıkış noktası tamamen Amerikan kültürü olan boardwalk ilk kez 1870 yılında Atlantic City'de otel lobilerini kumdan uzak tutabilmek amacıyla yapılmış. Başlangıçtaki amaç bu iken, daha sonra yürüyüş yoluna, yürüyüş kültürünün gelişmesine paralel olarak da üzerinde küçük arabalarda envayi çeşit yiyeceğin satıldığı, insanların günün her saatinde uzun uzun gezdiği alanlara dönüşmüş.

Atlantic City, Boardwalk Empire dizisinin de çekildiği yer. 2010 yapımı The Fighter filmi ile, 2011 yapımı Warrior'ın da bir bölümü burada geçiyor.

Akşam saatlerinde çok güvenli olmayan Atlantic City Boardwalk'u, sabahın ilk saatlerinde çok keyifliydi. Gündoğumu, okyanus ve martılardan oluşan kombinasyon eşsizdi diyebilirim.

Otellerde ortalama bir kalite var. Yani en popüler otelde de aslında ortalama bir hizmet alıyorsunuz. Aynı şekilde restoranlar ve yemek lezzetleri açısından da beklentiyi çok yüksek tutmamak gerek.

Envayi çeşit otelden, vergisiz mal sattığı için çok gözde olan outletlerinden başka şehre dair anlatacak pek bir şey yok.

Ha bir de, eğer kumar düşkünlüğünüz yoksa Atlantic City'e sadece bir gece yeter.

ST AUGUSTINE - ABD

Avrupa'nın Kuzey Amerika'daki en eski yerleşim yerlerinden biri olan St Augustine'deyiz.

Florida eyaletinde yer alan ve geçmişi 1513 yılına kadar uzanan bu şehir her yönüyle tarih kokuyor.


Nereleri görmeli?

Gezilip, görülecek o kadar çok şey var ki, hepsine yetişmek mümkün değil.

Şehirde görülmesi ve yapılması gerekenler listesine geçmeden önce bu şehre 1'den fazla gün ayrılması gerektiğini belirterek başlayayım.

Florida'nın ilk deniz feneri St Augustine Lighthouse görülmesi gereken yerlerden biri. Aslında bu fener orjinal fener değil. 1500 yılında yapılan ilk Augustine deniz feneri bir fırtına neticesinde batınca yerine 1800lü yıllarda yenisi inşa edilmiş. Yeni inşa edilen St. Augustine Feneri de deniz seviyesinden 165 metre yükseklikte.

Şehrin trafiğe kapatılmış, Arnavut kaldırımlı, sağlı sollu ilginç hediyelik mağazaların ve kafelerin yer aldığı bir bölgesi var. Burada aynı zamanda restore edilen ve geçmişi şehir kadar eski olan evler de var.

St. Augustine Plajı ise değişik, yine çok ince beyaz kumdan oluşan kendine özgü bir plaj. Akşam üstü saatlerinde büyük dalgalara bağlı olarak sörfçülerin rağbet ettiği bir yer idi. Gün batımını sahilden, palmiyelerin arkasından izlemek keyifliydi.

Şehrin en eski kalesi ile müzeleri de görülmeye değer. Müzelerin hepsini bir güne sığdırmak zor. Oldest House Museum Complex ile St. Augustine'deki en eski yapılardan biri olan Father O'Reilly House Museum,Ripley's Believe Or Not! Museum en popüler olanlar arasında.

Savannah yazımda da bahsettiğim ve esasen doğum yeri St. Augustine olan Hayalet Turları (Ghost Tours) çok revaçta. Bunun dışında Timsah çiftliğine turlar da düzenleniyor. Mini golf, Speedboat, historic downtown üzerinde helikopter turları da St. Augustine'e özgü aktiviteler.

1891-1953 yılları arasında kullanılan, şehrin en eski hapishanesi olma özelliğine sahip Authentic Old Jail'a da turlar düzenleniyor.

Nerede yemeli?

St. Augustine'de gittiğimiz restoran, ortamıyla ve yemeklerin lezzetiyle uzun süre unutmayacağım yerlerden biri olacak. Şehir merkezinde yer alan küçük bir Fransız restoranı: Bistro de Leon. Üç orta yaşlı Fransız kadın işletiyor. Bu işi o kadar benimseyerek ve sevgi dolu yapıyorlar ki, yemek yerken onların enerjilerine hayran oluyorsunuz. Fransız usulü kabak çorbası, ve kendi kırmızı şarapları çok değişik idi. Restoranın genel anlamda fiyatları çok ucuz olmasa da gitmeye değer.

Yine şehirde çok popüler olan bir de Hyppo Gourmet Popsticks var. Şehir turu esnasında biz mangolusunu denedik ve de çok beğendik.

Nerede Kalmalı?

Konaklama için iki seçenek var: Ya şehrin tarihi dokusunun içinde yer alan butik otellerden birinde ya da sabah uyandığınızda okyanus havası almak için sahildeki otellerden birinde kalmak. Bizim tercihimiz sahil otelinden yana oldu. Gün boyu ve akşam da şehir merkezini gezdik.


Şehirden bize kalan en güzel hatıralardan biri de, Bonnie ve Clyde kostümlerini giyerek çektirdiğimiz fotoğraf oldu. Bu işi yapan küçük dükkanlar var. İstediğiniz bir kostümü giyerek, dekoruyla, aksesuarlarıyla eski Amerika'ya gidiyorsunuz.

ETRETAT - FRANSA

Bir süredir anlatmak istediğim bir yer var… Etretat… 

Fransa’nın Normandiya Bölgesi’nde yer alıyor. Paris’e uzaklığı sadece 181 km. Yani, 181 km sonra Paris’in o canlı kanlı, doludizgin hayatından kendinizi sakin, huzurlu bir ortama, dalga seslerinin arasına atma imkanına sahipsiniz.

Fransa'da tatil denince genellikle akla başta Côte d'Azur ve güney sahilleri akla gelir. Oysa kuzeyinde de, güneyinde olduğu kadar görülmeye değer çok sayıda şehir ve kasaba bulunur. 

Etretat dünyaca ünlü bir yer. Ününü veren de falezleri… Bu falezler çok beyaz oluşlarıyla dikkati çekiyor. Yine de Korsika'da bulunan Bonifacio falezleri kadar beyaz değil. 

Etretat falezlerinin üstünde yeşil bir örtü var. Bu yeşil örtü falezlerin bütün ihtişamını tamamlıyor. Falezlerin üstüne ulaşmak için zorlu bir çıkış yolu sizi bekliyor. Çıkınca, bütün Etretat ayaklarınızın altında... Bir yandan tertemiz bir havayı soluyor, diğer yandan da Manş denizini seyrediyorsunuz..

Burası Courbet, Monet, Offenbach, Massenet gibi büyük ressamlara; V. Hugo, A. Gide, G. de Maupassant, M. Leblanc gibi yazarlara da ilham vermiş bir yer. Yukarıdaki resim, Claude Monet'nin Etretat'da gün batımını konu alan 1883'te yaptığı bir yağlıboya çalışması. 

Yazar Guy de Maupassant da çocukluğunun büyük bir bölümünü burada geçirmiş ve hatta “The Englishman of Etretat” adlı hikayesini burada başına gelen bir olaydan ilham alarak yazmış. Maupassant uzun yıllar yaşadığı Etretat’da Akdeniz stilinde bir villa yaptırmış ve bu villanın bulunduğu sokağa da Maupassant’ın adı verilmiş. 

Nerede kalmalı?

Genellikle Kuzey Fransa’da yaygın olduğu üzere, Etretat’da da konaklamak için tercih edilen yöntem bahçe içinde yer alan büyük villalarda oda kiralamak. Chambre d'hôte (okunuşuyla şambr d'ot) olarak bilinen bu odalar, Fransa'nın birçok bölgesinde büyük otellere en özgün alternatifi oluşturuyor. 

Büyük bir villanın içinde herbiri ayrı konsepte sahip odalar var: Kiminin yatakları çok özel, kiminin banyosunda jakuzi var, kiminin manzarası muhteşem... Sabah kalkınca villadaki oda komşularınızla bahçede büyük bir masa etrafında birlikte kahvaltı ediyorsunuz. Masanıza tipik bir Fransız kahvaltısını oluşturan sıcak croissant'lar, tereyağ ve reçeller geliyor. 

İngilizler artan şekilde Etretat'ya yerleşmekte. İşte, bu villaların işletmecileri de genellikle İngilizler oluyor. Yine iki İngiliz tarafından işletilen ve hem denize hem de şehir merkezine yakın oluşuyla tavsiye edilebilecek bir yer: Jardin Gorbeau (http://gorbeau.com/). 

Ne yemeli?

Etretat aynı zamanda balık restoranları ile de çok ünlü. Zaten deniz demek; balık demek, deniz ürünleri demek… Bu restoranlarda yer bulabilmek için çok önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Ya da saatlerce kapıda kuyruk bekliyorsunuz. Buna değer mi, elbette değer!

Bizim yediklerimiz arasında Fransız mutfağının olmazsa olmaz garnitürlerinden olan farce (okunuşuyla fars) bulunuyordu. Fars; sebze, hamur, balık, beyaz veya kırmızı etlerin içinin doldurulmasında kullanılabileceği gibi sadece tabak kenarı süslemesinde veya tek başına başlangıç olarak da kullanılabiliyor. Pişmiş veya çiğ ete baharat ilave edilerek hazırlanıyor. En çok yapılanı balıklı fars. Bunun dışında sebzeli veya etli fars da var. Sebzeli olanı daha hafif; buna karşılık etli olanı daha yağlı.

Balıklı fars, turna, mezgit, somon, kalkandan veya çipuradan hazırlanabiliyor. Çiğ balık eti önce tuz, beyaz biber ve hindistancevizi rendesiyle birlikte dövülüyor. 1 kg balık eti için 4 yumurta beyazı ilave ediliyor ve önce mikserden sonra da elekten geçiriliyor. Karışım bir güveç içine konulup, tahta spatula ile inceltiliyor ve en az iki saat buzdolabında soğutuluyor. Bundan sonraki işlem önemli: Güveç, içi buz dolu bir leğen içine konup, 1 litre krema yavaş yavaş ilave ediliyor. Bununla son halini alan fars servis edilene kadar yine buzdolabında tutuluyor. 


Etretat hakkında daha fazla bilgi için: http://www.etretat.net/ adresine bakabilirsiniz.